23 Eylül 2015 Çarşamba

AYŞE BOYNER: MODA KANINDA VAR



Moda sektöründe sahici insan tanımak gibisi yok. “Kıyafetleri çok seviyorum. Hem de çok, çok seviyorum! Bu kadar basit!” Bu sözlerin sahibi Ayşe Boyner, uzun zamandır hayalini kurduğu rüya işini, stil ve moda anlayışını “içinden geldiği gibi” paylaştı.

Sektörün yeni yuvası Soho House’da Ayşe Boyner’i bekliyorum. Odada, cansız mankenlere giydirilmiş, çok şık dantel bir tulum, önden düğmeli vegan süet bir etek, Stan Smith’lerle harika görünecek çiçek desenli bir takım gibi acayip cool, çok canlı, yaşayan ve eğlenceli kıyafetler var. Her biri hayali kurulası. Şu kürkü şöyle giyerim, bu elbiseyle sevgilimle yemeğe çıkarım, şu pantolon büyük örgülü kazağımla harika olmaz mı gibi, konuşma baloncuklarının kafanızda uçuşmasına sebep olan parçalar bunlar. Hepsine dokunup, hazır etrafta kimse yokken etiketlerine bakıyorum. Kimisi hiç duymadığım kimisi de sanki bir yerlerden tanıdık gelen yabancı markalar. Otomatik olarak önce her bir parçanın ne kadar olduğunu, sonra bu markaların hangi ülkelerden geldiğini, ayakkabıları da olup olmadığını ve en önemlisi bu ürünlerden kaç tane olduğunu merak ediyorum. Tüm bunların cevabını verecek olan Ayşe giriyor içeri. Yıllarca aynı sektörün farklı alanlarında çalışmış ama hiçbir zaman tanışmamış olmamız tuhaf, bir yandan da heyecan verici çünkü aklımda bin tane soru var ama o biraz çekingen. Sorduğum sorular özel hayatına ve “Boyner” kimliğine herhangi bir yerinden dokunursa, rahatsız oluyor, cevap vermiyor ama kırmak ya da yanlış anlaşılmak istemiyor ve o yüzden sadece gülümsüyor. “Kendisiyle” ilgili konuşmaktan pek hoşlanmıyor. Ama içindeki ciddi olmaya çalışan o matrak kadın, yaydığı sakin enerjinin ardından, parlak gözlerinin içinden el sallıyor.

Beymen’deki satın alma deneyimini, kadın reyonunu yeniden canlandırmak için, tam da hayal ettiği şekilde uygulamak üzere Boyner’e taşıyor Ayşe Boyner. Ve böylelikle, Türk moda sektörünün uzun zamandır gördüğü en heyecan verici ve yenilikçi adıma imzasını atıyor. Profesyonelliği ve deneyimi sorgulamaya gelmeyecek kadar güçlü. Ama sezgileri ve neredeyse doğasında var olduğunu söyleyebileceğimiz “business” algısı, daha da güçlü.
Boyner markası bir süredir yenilenme peşinde. Daha genç olmak ve en önemlisi de uzun zamandır mesafeli olduğu kadın müşterileriyle yeniden yakınlaşmak istiyor. Ne yapalım diye düşünürlerken, Ayşe Boyner ve “Boyner Fresh” devreye giriyor. Aslında her şey çok kısa zaman önce, geçen Şubat ayında başlıyor. “Bir süre öncesinde, “sadece ekonomik olarak kuvvetli olan kesim modayı takip edebilir” gibi bir algı vardı. Şimdi her şey değişti. “Fashionable” olmak ana akıma indi. İnsanlar daha stil sahibi görünmek, kendilerini güzel hissetmek istiyor ve bu artık kolay. Boyner’de olan değişim de bunun bir yansıması.”

Boyner Fresh projesi, Ayşe’nin yaklaşık yedi yıl boyunca çalıştığı Beymen için gittiği satınalmalarda “alamadığı”, içinde kalan, çok sevdiği genç markaları bir araya topluyor. Stil anlamındaki sezgisel yaklaşımı, satın almada da gösteriyor kendini. “Her bir parçaya aşık oldum. Hepsini severek ve büyük bir heyecanla aldım. Alırken hep cesurumdur, bu defa daha cesur davrandım.” Boyner Fresh için ürün seçerken, Beymen deneyiminden daha özgür bir tavırla hareket ediyor. Markaya odaklı değil, ürün odaklı düşünmeye başlıyor. Türkiye’deki ticari kaygılar da göz önünde bulunduruluyor ama o konu başka bir şekilde işleniyor: Dünyanın hip şehirlerinde stil tutkunlarının giymeyi seçtiği bu özel parçalar, Boyner Fresh etiketiyle, ciddi ulaşılabilir rakamlarla, sınırlı sayıda müşteri ile buluşacak. Yani geçen hafta sonu satışa giren o harika püsküllü siyah ceketi kaçırırsanız, üzülürsünüz. Keza mağazayı bir dahaki ziyaretinizde –aynı sezon içinde- bambaşka parçalarla karşılaşacaksınız. Yani bir kere daha altını çizmek gerekir, bu zamana kadar ülkede yapılan en vizyoner işlerden biri Boyner Fresh projesi. Dünyanın takip ettiği, parça odaklı alım-satımın, sezonsuz gardıropların Türkiye ayağı. 




Ayşe’nin seçtiği kıyafetler, altı ülkeden otuz yedi tasarımcıyı bir araya getiriyor. İleride Türk tasarımcılar da olacak mı sorusuna şöyle cevap veriyor, “Çok istiyoruz. Yalnız şöyle bir şey var; şimdi çalıştığımız tasarımcılar çok hızlı. İstediğimiz siparişi bize hemen teslim edebiliyorlar. Yani öyle “high-fashion” markalarda olduğu gibi siparişimi veriyim, altı ay sonra alayım diye bir şey yok, üç ay içinde elimizde. Boyner Fresh’in özelliği biraz da burada, hızlı olmasında, trendleri hemen yakalamasında. Bu hıza ayak uydurabilecek markalar olursa, neden olmasın?”
Sohbetin arasında, üzeri kelebek desenli, elbise ve pantolondan takım olarak kombinlenmiş parçalara, Kate Moss’u kıskandıracak payetli bir gece elbisesine ve vegan kürke takılıyoruz. Ben her bir kombinin içinde Ayşe’nin kendisini bizzat görebiliyorum. Hatta o tasarlamış olsa, bu kadar olur diye düşünüyorum. “Bir tek ben değilim ki böyle giyinmeyi seven. İnsanlar bu tarz kıyafetleri bulamadıkları için giyemiyorlar,” diyor heyecanla. Böyle giyinmek derken? Nasıl biri bu Boyner Fresh kadını? “Tarz olarak tek bir tarza sahip değil aslında. İçinde bir çok kadın var. Ama hep, özellikli parçaları seviyor. Farklılığı detaylarda arıyor. Yani bu parçalar farklı hissetmek için birebir ama pişti olmak da çok zor! Çünkü her biri farklı şekilde kombinlenebilecek parçalar. Boyner Fresh kadınının marka takıntısı yok. Klasik moda kalıplarına takılmıyor. Rahat, özgür, yenilikçi, yaratıcı. Kendini ana akımdan ayırmaya çalışan ve ne istediğini bilen bir kadın.” “Seni mi tarif ediyor bu kadın acaba?” diye soruyorum, gülüyor. “Umarım! Bu şekilde tanımlanmayı isterim. Yani bir şey çok modaysa giymek istemem mesela. Ama farklı olayım derken, göze batmak ve ilgi çekmek de istemem.”

Bu zamana kadar hiç mi stil hatası yapmadı merak ediyorum. “Röfle yaptırdığım bir zaman bile var,” deyip, gülerek anlatmaya başlıyor, “Kardeşim geçen gün birkaç fotoğraf bulmuş, onları gösterdi. Kendisi şu an bohem giyinen, entelektüel tarza sahip bir insan. Fotoğrafta üzerinde daracık bir kot, küçücük tuhaf bir çanta, gözlerde abartı makyaj.... Benim de üstümde ona benzer bir şeyler... Herkesin tıpa tıp aynı giyindiği dönemlerden ben de geçtim. Herkes Barbour mont, Harley Davidson giyer... Ben Harley ve Lacoste çantaya karşıydım mesela ama Timberland bot ve Barbour mont giyerdim ki o da babamla dağ taş gezdiğimiz için. Üniversiteden sonra çok fazla hata yaptığımı söyleyemem.” Peki ya şimdi? Katıldığı davetlerde ya da sokakta fotoğrafları çekiliyor. Kendini beğenmediği oluyor mu? Bu soruya cevap vermeden önce, “özel hayat” sınırlarına girdiği için duraksıyor biraz, uzaklara bir yerlere bakıp, sonra kaküllerinin arasına saklanarak cevap veriyor, “Hayır... Artık o kadar umurumda değil.” Sonra bir anda daldığı yerden çıkıp gülerek anlatmaya başlıyor, “Bazen çekilen o fotoğraflara bir bakıyorum, üzerimdeki o kadar da iyi görünmüyor. Ama sonra diyorum ki kendi kendime, ben evden çıkarken aynaya baktım ve gayet iyi görünüyordum!”





Giyinmek üzerine fazlasıyla düşünülen, düşünülmemiş gibi görünsün derken bile kafa patlatılarak giyinilen, biraz daha “az sahici ve –mış gibi yapan” bir moda çağındayız, malum. Ama Ayşe her zaman cool, kesinlikle çok eğlenceli ve çabasız görünüyor bir şekilde. Peki bu nasıl oluyor? “Giyinirken hiç düşünmüyorum. Çok rahatım. Kıyafetlerim kolay parçalar ama hep bir özellikleri var. Ama alırken mesela, bunun yakasındaki kesim fark yaratıyor, mutlaka almalıyım! diye düşünmüyorum tabii. Beğendiğim şeyi alıyorum sadece.” Bu söyledikleri stil sahibi olmanın tamamen içsel olduğunu, zorlamayla olmayacağını bize bir kere daha kanıtlıyor, öyle değil mi?  Stil anlayışı bu olan, deneyimli bir iş kadının kanatları altındaki bir markanın başarısından şüpheniz olur mu peki? Ayşe Boyner’in yarattığı Boyner Fresh markasının göbeğinde, kıyafet sevgisi ve derin bir yaratıcılık yatıyor tüm saflığıyla. İsmini markayla bağdaştırarak koleksiyon çıkarmak, iş birliklerine imza atmak kolay değildir. Bu zamana kadar yapılan benzeri işler, beni ve benim gibi bir takım “takıntılı” tipleri rahatsız etmiştir hatta, markanın kendisinden bile soğutur. Fakat Ayşe’nin girişimi, geçmişteki ve devam eden iş birliklerini, markasının önüne geçmeye çalışan bazı tasarımcıların verdiği o güvensizlik hissinin çok ötesinde bir yerde. Onun bir koleksiyona küratörlük yapıyor olması hiç bir şekilde rahatsız etmiyor, aksine tüm samimiyeti ve profesyonelliği sayesinde daha fazlasını istemenize ve onu daha çok merak etmenize sebep oluyor. Yani uzun lafın kısası, Ayşe Boyner’in stili de kendisi de nadir rastlanacak kadar “gerçek.”

Grazia 23-29 Eylül 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder