26 Ağustos 2015 Çarşamba

SEKS, PARA VE MODA



Seks hala satıyor mu? Yoksa satmak için şekil mi değiştirdi? Peki yeni seksiler kimler? 

Eğer 90’lar modası bize bir şey öğrettiyse, bu seksin sattığıdır. Tom Ford dönemindeki Gucci ve Yves Saint Laurent kadını seksapel anlayışını adeta yeniden yorumlatmıştı. Yıllar içinde Dolce & Gabbana’nın toplu tecavüzü andıran İlkbahar/Yaz 2007 görseli başta olmak üzere, birçok marka, seksinin ötesinde bir cüretkarlıktaki ilanlarıyla sansasyonlar yarattı. Fakat yakın zamanda bir şeyler değişti. Céline, İlkbahar/Yaz 2013 kampanyasında, Daria Werbowy’yi üzerinde sadece mücevherlerle küvete soktu. Seksiydi ama değildi de! Koleksiyonların odağı işçiliğe ve yenilikçi kumaşlara yönelmişti bu arada, seksi görünmenin ne demek olduğu neredeyse unutuldu. Çünkü artık herkes uzmandı ve herkesin bir fikri vardı. Benim için seksi olan, senin için seksi olmayabilirdi ve hatta belki de ben bir ahlaksızdım! Saint Laurent Pre-Fall 2014 görsellerinde, Grace Hartzel’in memeleri ortadaydı. Ve yine aynı şey; seksiydi ama değildi! Görsel manyağı olmuş aç gözlerimiz neyin ne olduğunu birbirine karıştırıyordu, doyumsuzdu. Bu arada seks satmaya devam ediyordu. Bir fantezi olarak, ulaşılmaz olarak vardı, sanki şekil değiştirmiş gibiydi. Ama bir şeyler eksikti: Mesela feminist bir hareket. Miley Cyrus tüm ‘doğallığıyla’ sınırları zorladı. #freethenipple sosyal medyayı salladı. Seksilik, pornografi ve çıplaklıkla karıştı. 

İKİNCİ RAUND
Gucci’nin ne endüstriye, ne de müşterilerine ilham verebilen seksi glamazonları moda tarihine karıştı. Onun yerine, yeni kreatif direktörü Allesandro Michele’in, gizemli seksapeli seçen, vintage düşkünü, tutucu ama cinsiyet bükücü bohemleri, çabasız seksileri ‘in’ oldu. Özgüvenlerini ve zekalarını, stilleri olarak dışa vuranlar, seksi ve cool sayılıyordu şimdi. Ve tam da o noktadan bize el sallayan tasarımcılarsa, Alesandro Michele ve Phoebe Philo gibi vizyonerler oldu. Minimal akımın mottosu ‘less is more’ -az daha fazladır- moda dünyasının seksapeli yeniden yorumlamasına yardımcı oluyor şimdi. Artık moda olan, Raf Simons’un Dior’da yarattığı süper feminen kadınların, bir yandan da aynı ölçüde çağdaş görünmesi. Peki isimleri seksapelle neredeyse eş anlamlı olan diğer markalar ne yapıyor? Givenchy, Dolce & Gabbana, Emilio Pucci, Balmain, Alaïa, Mugler seksi estetiklerini -bir seks sembolü yaratmaktansa- güçlü kadını yaratmak üzerine kuruyorlar artık. Bildiğimiz tüm geleneksel algılar değişiyor bir kez daha. Bugün seksi kelimesi daracık bir elbiseden çok daha fazlasına işaret ediyor. Şimdinin seksi kadını, üzerine geçirdiği tavırla ve zekasıyla sofistike. Ve hatta artık yeni moda seksi görünmek değil, seksi bir anında yakalanmak. Yani yine her şey ‘otantikliğe’ ve sahici olmaya geliyor.

Grazia 26 Ağutos - 1 Eylül 2015

19 Ağustos 2015 Çarşamba

DENİYORUM ÖYLEYSE VARIM!



Yeni dijital çağda ‘başarısız olmak’ yok, ‘denemek’ var. Moda dünyasında ‘risk almak’ neden artık riskli değil? 

Geçen ay Chanel’in son couture koleksiyonu, Grand Palais içine kurulan dev kumarhane içinde gerçekleşti ve bu bariz bir metaforu işaret ediyordu: Elinizdeki kartlardan ne çıkacağını asla bilemezsiniz. Moda bir kumardır ve başarı için risk almanız gerekir. Karl Lagerfeld’in kullandığı bu kumar metaforu, utanmaz bir kumarhaneye benzeyen dünya para piyasasının içinde, çok münasip bir yere cuk diye oturuyor. 
Dijital dünyadaki ilk girişimlerini, bağımsız yayınların öncü hareketlerinden güç alarak gerçekleştiren yetişkin moda dünyası, bir tür kumar oynuyor. Uzun süredir, ne yaptığını tam olarak bilmeden, her gün bir yenisi çıkan dijital gerçeklere, henüz bir öncekine bile alışamadan, ayak uydurmaya çalışıyor. Instagram’ın önemini, bloggerlar sayesinde ancak anlayan moda dergileri, web sitelerine gereken ilgiyi göstermekte geri kalıyorlar. Medya patronları, ülkenin ekonomik durumu ne olursa olsun, yeni oluşumlara imza atmaktan çekinmiyor ama iş dijitale gelince duraksıyorlar. Bir an önce fark etmeleri gereken şey, riske girmenin, riskli olmadığı. Şimdi yeni moda “denemek”.  Çöpe attığımız kalıp ise, “başarısız olmak”. 

DENE, YANIL VE BİR DAHA DENE
Her ne kadar yeniliğe açık olsa da, jenerasyon sebebiyle analog çalışmaya alışmış beyinler, dijital dünyaya geçişte sıkıntı yaşıyor. Örneklendirmek gerekirse, sosyal medyasıyla kuvvetli olması gereken bir kimlik, sosyal medya kullanıcılarının yeni alameti farikası olan Periscope’u kullanmakta neden bu kadar gecikiyor? Neyi bekliyor? Üstelik ‘beklemenin’ neredeyse günah olduğu, dürtüyle hareketin kazandığı bir çağdayken. Peki dergilerin online uzantıları, neden dergi ile birlikte hareket etmekte zorlanıyor? Güçlü ekipler sağlanması bir yana, bu online ekiplere neden maddi ve manevi anlamda ikinci sınıf muamelesi yapılıyor? Dijital dünya ile evlenmeye çalışan dergi sektörünün, bu dünyayı onlardan çok daha önce kavramış olan bloggerlarla olan çekişmesine devam etmesi, zaman kaybettiren bir inatlaşmadan başka bir şey değil. Odak egolarda değil, birlikte hareket etmekte ve öncü olmakta olmalı. Kısa vadede değil, uzun vadede düşünmeli. Denemeli, yanılmalı, hatalardan ders almalı ve daha iyisini yapmalı. Yani başka bir deyişle, dijital anlamda yatırım yapmaya açık olmalı. 
Büyük şirketler şimdi, bütçelerinin %10’unu, çalışanların iş hayatlarını daha çekilir kılan, yaratıcı, yenilikçi işlere akıtıyorlar. Para akışı tüm dünyada, özellikle de basın sektöründe dijitale kayıyor. Dünya çapında gerçekleştirilen sempozyumlarda, dijitalin daha çok kazandıracağı ve kendini dijitale adapte etmeyen markaların yok olacağı konuşuluyor. Gelişmiş pazarlardaki akımlar, her konuda olduğu gibi Türkiye’ye gelmekte gecikiyor çünkü her alanda olduğu gibi bu konuda da bizi geride bırakan şey, yine ve her zaman olduğu gibi kendimiziz. Ülkenin içinde bulunduğu duruma ve medyanın yönetimin elinde olmasına rağmen, sektörel iyileşme için riske girmek, yaşamanın bile risk olduğu bir ülkede, aslında o kadar da zor değil.

Grazia 19-25 Ağustos 2015

12 Ağustos 2015 Çarşamba

TÜRK MODASI NEREYE GİDER?





Bir yere gidecekse, yolu Imran Amed’in web sitesi BOF’dan geçse iyi olur. Neden mi? Çünkü orada pohpohlamak, ‘ölümüne destek olmak’ yok, dürüstlük var.

Modanın ‘business’ tarafıyla ilgilenen Imran Amed’in blog olarak başlayan, kısaca BOF olarak bilinen web sitesi The Business of Fashion’ı, moda endüstrinin gizli kutsal kitabı. Şimdi yeni transferiyle moda dünyasında ‘olması gereken değişimin’ altını çiziyor: 2006’dan beri Style.com’un yayın yönetmenliğini yapan, moda yazarlığı/gazeteciliği alanındaki katkılarından dolayı Eugenia Sheppard ödülüne layık görülen efsane moda yazarı, ön sıra kuşlarının bana kalırsa en zeka küpü olanı Tim Blanks, BOF’a katılıyor. Makalelerini müzikle, sinemayla, politikayla, sosyal yapıyla bir araya getiren moda gurusunun yeni işi, sektör için neden bu kadar heyecan verici? 

DEĞİŞİMİN BİR ADIM ÖNÜNDE
Tim Blanks’in yeni patronu Imran Amed, moda sektöründeki dijital yeniliği, belki de herkesten önce tüm ciddiyetiyle kavrayan tek insan. Son birkaç yılda lüks Fransız markalarıyla workshoplar düzenledi ve onlara dijital dünyanın nereye gittiğini anlatmaya çalıştı. Daha önce gerçekleştiğim bir röportajımızda, BOF’un tam olarak ne olduğunu sorduğumda, şöyle cevap vermişti, “Bir tür blog, B2B günlüğü (business to business, şirketler arası satış ve pazarlama uygulamaları) ve bir tür dergi.” Şimdi bu oluşumun sahip olduğu birkaç özellik, LVMH gibi büyük guruplardan gelen milyon dolarlık yatırımları getiriyor Amed’e. Ama onu benim gözümde, gitgide daha az eleştirel olan moda sektöründe, bir kahraman yapan şeylerden en önemlisi; korkusuz olması. Çünkü Burberry’yi ilk ‘gerçek dijital lüks marka’ ilan ederken, diğer yandan da markanın defile sırasında negatif tweet’leri neden sansürlediğini açıklamasını istemişti. Chanel’in yeni No.5 parfüm reklamının, neden sadece markanın web sitesinde döndüğünü anlayamadığını sormuştu. Başka bir makalesinde, Yves Saint Laurent’in halkla ilişkiler ekibinin işleyişini yanlış bulduğunu dile getirdi. Yakın zamanda, New York Moda Haftası’nda erkek koleksiyonlarının sergilenmesinin gerçekten gerekli olup olmadığını merak etti. Kısacası sorgulamaktan ve eleştirmekten korkmuyor Amed ve daha güzeli; tüm mesajlar yerine iletiliyor ve sektör tarafından ciddiye alınıyor. Modanın desenlerden, kesimlerden, ikonlardan, ilhamlardan ve ‘yıkılan’ parçalardan ibaret olmadığını, milyar dolarlık dev bir endüstri olduğunu hatırlatıyor. Amed ve ekibi, reklam verenleri ya da diğer güçlü bağlantıları incitmekten çekinmiyor. Amacı doğruları söylemek ama asla kötülemek değil. Çünkü gerçek iletişimin ve ileriye gitmenin bu olduğunu, yani yolun doğru eleştiriden geçtiğini biliyor. Editoryal özgürlüğün ne demek olduğunu dibine kadar yaşayan ve yaşatan, çünkü özgürlük temelinde olan BOF ve kurucusu Imran Amed, umarım uzun süre buralarda olur. Umarım onun açtığı cesur ve doğru yol, Türk moda sektöründe de benzer tavrın sahiplenilmesine cesaret verir.

Grazia 12-18 Ağustos 2015

5 Ağustos 2015 Çarşamba

EN GERÇEK SLIMANE



Saint Laurent couture’e geri dönüyor ama sahip olmak isteyenler, önce kreatif direktör Hedi Slimane’ın onayından geçiyor. Bu, son zamanlarda duyduğum en heyecan verici sektör haberi.

Bence bir dahi ama kimileri için düzen bozucu ki tam olarak ona dahi dememin sebebi de aslında bu. Slimane, ikinci parlak döneminin hemen başında, okları üstüne çekmek için yapabileceği en tehlikeli -ama en vizyon sahibi- şeyi yaptı ve markanın adını değiştirdi. Yves Saint Laurent’ın adına saygısı olmadığı söylendi. Ardından sergilediği ilk koleksiyon, zayıf ve özensiz bulundu. Bu ve buna benzer tüm laf salataları, moda gibi yüzü geleceğe dönük bir sektörde bile ne kadar çok örümcek kafalının aktif bir şekilde yer aldığının bir göstergesiydi. Markayı devralmasının ardından geçen üç yılda, satışlar ikiye katlandı ve borç içindeki marka yeniden doğdu, şimdi Barney’s’in en çok satılan on markasından biri. Peki Slimane’ın gizli sırrı neydi? Masalsı hikayeler yaratmanın değil, hızlı modayla yarışabilmek ama hala cool kalabilmek için, parçaya odaklı satışın önemine herkesten önce uyandı. Aksesuar satışından öteye gitmekte zorlanan lüks markaların aksine, arzulanır parçalar yaratmayı başardı. Slimane’ın açtığı bu ‘parça odaklı’ yolda yürüyen diğer markalara en iyi örnek, yükselişin tadını çıkaran genç MSGM ve yine kendini ikinci defa doğuranlardan Gucci ve Versace diyebiliriz. 

YENİ LÜKS ASLINDA NEDİR?
Aslında aşina olduğumuz çizgileri yalın halleriyle karşımıza çıkardı, moda evinin kaybettiği modernizmi hatırlattı Slimane. Yarattığı bu sindirimi kolay parçalarla, –mış gibi yapmayan bir Saint Laurent klanı oluşturdu. Gerçek müzik ikonlarından feyz alarak kendini yaratan yeni ikonları, indie grupları benimsedi. Ve böylece ‘her zaman taze ve yeni’ hissini kolaylıkla sağladı. Grung’lar, punk’lar, kaykaycılar, glam-rocker’lar ve saykadelikler gibi alt kültürleri ödünç alıp, yeni nesille tanıştırdı. Bu şekilde yeni dünyanın ‘birlik’ ve ‘dahil’ olma algısına cevap verdi ve kazandı. Markanın iletişim anlamındaki başarısı da yine topluluklara seslenen, ötekileştirilen, ‘içimizden çıkan’ ikonları sahiplenmesi ile güçlendi. 
Tasarım anlamında ‘hiçbir şey yapmadığı’ gerekçesiyle eleştirilen Slimane, basic dediğimiz son derece basit parçaları sunuyor aslında. Ve bu ‘basit’ parçalar, trend ve ‘wow faktörü’ peşinde koşan markaların kaçırdığı bir boşluğu yakalıyor. Bunu daha iyi anlamak için, klasik beyaz tişört ya da gömlek, yine klasik siyah blazer ya da motorcu ceket ararken ne kadar vakit harcadığınızı düşünebilirsiniz. İşte tam bu noktada, çağımızın ‘lüks’ algısına yani sade ve basit olanın arayışında yetişiyor Slimane. Ve bu son couture hamlesi ise onu, ‘yeni lüks’ kavramında daha güçlü bir pozisyona oturtuyor. Tasarımcı, başvuran müşterilerden kimin couture parçalarını giyip giymeyeceğine kendisi karar verecek. Mesela siz, Hedi Slimane’ın gözünde bir Saint Laurent couture kadını olabilir misiniz? Varlıklı olabilirsiniz ama başka bir deyişle, yeterince cool musunuz? 

Grazia 5-11 Ağustos 2015