23 Eylül 2015 Çarşamba

ASLI’YA DAİR




Nazım Hikmet’in hayat felsefesini özetleyen, buram buram özgürlük kokan, bu aralar okumaya en çok ihtiyacımız olan şiiri “Yaşamaya Dair”,  Aslı Filinta’nın tasarım anlayışının ışığında, bir koleksiyona ilham oluyor. 

Bir etkinlikte daha, yaratıcı kesimin yeni yuvası Soho House’dayım ama bu defa terasta, "members only" bir davette. Akşam güneşinin büyüsü, tüm kızıllığı, pembesi, turuncusuyla ve şehrin gri dokusunun çirkinliğini saklayan ihtişamıyla, girişte misafirleri karşılayan Aslı Filinta parçalarına müthiş bir fon yaratıyor. Akşam güneşi, sanki neyin arkasında durduğunu bilirmiş gibi. Ve Akşam Güneşi hem bir Reşat Nuri romanı, hem de bir Orhan Gencebay şarkısı. Aslı’nın koleksiyonunun ilhamı da, Nazım Hikmet’in hayat felsefesini özetleyen “Yaşamaya Dair” şiiri. Bundan neredeyse bir yıl önce, Floransa’da karşılaşıyoruz Aslı’yla. Henüz yeni başladığı bu koleksiyondan ilk o zaman bahsediyor. “Doğru mu yapıyorum, bilmiyorum bir yandan da diyor.” Komünizmin göbeğinden doğan saygın bir şairi ve tüketim tanrısı kapitalizmin biriciği modayı bir araya getirmek, belli ki tamamı içsel olan bir endişe bırakıyor üzerinde. Fazla takıldığını düşündüğümü söylüyorum. “Nazım olsa, ne düşünürdü?” sorusunu kendine sormasının yersiz ve boş kaldığı bir dönemde yaşadığımızı hatırlatıyorum, kendimden emin olmayarak. Hem bu fikrimi hem de Aslı’nın bir kere daha hayatına dokunan bir kimliği nasıl sahiplenip, gece gündüz onunla yatıp-kalkıp, yine nasıl doğru bir “esinlenme” ortaya çıkardığını görmek için, sıra sıra dizilmiş kıyafetlerin önüne dikiliyorum. 

YAŞAM DETAYLARDA GİZLİ
“Batarken ufukta bir akşam güneşi,” cansız mankenlerin üzerindeki kıyafetlerin her biri, -DJ Kaan Düzarat’ın çaldığı Türkçe sözlü hafif müziklerin eşliğinde- şiirin satırlarını canlandırıyor miskin miskin. Şiirde geçen tanımlamalar, kolları arkadan bağlı gibi görünen detaya sahip bir uzun kabana, beyaz gömleklere, kadifeden takıma dönüşüyor. Nazım Hikmet’in hapishane yılları, parmaklıkları anımsatan kadife şeritlerden parmaklıklara dönüşmüş, kıyafetlere iliştirilmiş. Mimar Ceren Şişik’in “yaşamı anlatan” fotoğrafları, şairin özlemini duyduğu doğanın çarpıcı anları, desen halinde kumaşlara uyarlanmış. Zarif “zeytin dalları” yakalara, askılara iliştirilmiş. Farklı materyalleri bir arada kullanmak Aslı Filinta’nın imzası niteliğinde. Bu koleksiyonda da aynı şey geçerli; kadife, dantel, ipek, pamuklular, yün ve kaşmir tasarımcının her zaman hedeflediği zamansız ama yaratıcı ve özgün parçalara hayat veriyor. Tasarımcı, bir ilham yuvası olarak gördüğü ve markasının kimliğine işlediği Türk kültüründen dengeli bir şekilde nasıl ilham alınabileceğinin dersini veriyor adeta. 

GLOBAL VİZYON
İdil Ergün’ün çektiği kısa film, tasarımcının kültür ve tarih gözlemlerinden yaratarak ortaya çıkardığı tasarım anlayışını, doğanın içine işliyor. Hem koleksiyon yaklaşımı hem de marka tanıtımı konularında her zaman yenilikçi olmaya özen gösteriyor Aslı Filinta. Bu sanatsal dokunuşla, vizyonunu ve anlayışını, global sektör ile birlikte hareket etmeye gösterdiği özenin bir kere daha altını çiziyor. Yaşamaya dair işler çıkarıyor tasarımcı, yaşanmışlıkların önünde saygıyla eğilerek ve mütevazılığını koruyarak. İşte tam o noktada Nazım Hikmet’in bu çok etkilendiği şiiriyle buluşuyor. Yaşamak yanı ağır bastığından, onu hayata bağlayan yaratıcılığını yapmayı bildiği en iyi şekilde yapmaya çalışıyor. Bir sincap ciddiyetinde yaklaşıyor hayata. Nazım Hikmet gibi, başka türlü bir kaosun içinde, yaratıcılığına sığınıyor. Yıldızların arasında bir yıldız olmak istediği. Her daim ışıldayan hem de hiç ölmeyecekmiş gibi görünen parçalar yaratmak. 





Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
                       bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 
Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
                                    insanlar için ölebileceksin, 
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
                        hem de en güzel en gerçek şeyin 
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                                      yaşamak yanı ağır bastığından. 
                                                                                     1947 
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, 
yani, beyaz masadan, 
              bir daha kalkmamak ihtimali de var. 
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini 
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, 
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, 
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz 
                                en son ajans haberlerini. 
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için, 
                               diyelim ki, cephedeyiz. 
Daha orda ilk hücumda, daha o gün 
                           yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. 
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, 
                        fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz 
                        belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. 
Diyelim ki hapisteyiz, 
yaşımız da elliye yakın, 
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. 
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla 
                                    yani, duvarın ardındaki dışarıyla. 
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım 
          hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... 
                                                                      1948 
Bu dünya soğuyacak, 
yıldızların arasında bir yıldız, 
                       hem de en ufacıklarından, 
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, 
                       yani bu koskocaman dünyamız. 
Bu dünya soğuyacak günün birinde, 
hatta bir buz yığını 
yahut ölü bir bulut gibi de değil, 
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak 
                       zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. 
Şimdiden çekilecek acısı bunun, 
duyulacak mahzunluğu şimdiden. 
Böylesine sevilecek bu dünya 
"Yaşadım" diyebilmen için... 

Nazım Hikmet

Grazia 23-29 Eylül 2015 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder