2 Nisan 2016 Cumartesi

MODA UNITED



Moda egzantiriği Iris Apfel’in belgeselinin açılışı şöyle: Dünyanın dört bir yanından ya da gettodaki ücra dükkanlardan topladığı giysileri, 5 dolara veya 750 dolara aldıklarını, müthiş takı koleksiyonunu ve vintage tasarımcı parçalarını gösteriyor onlara sahip olduğu ilk günkü keyifle. 94 yaşındaki ‘kıyafet aşığının’ mutluluğu, düşük göz kapaklarının altındaki gözlerinden hala daha seçilebiliyor. “Benim için en önemli olan şey bireysellik,” diyor ve Iris Apfel efsanesinin özeti, 95 dakikalık editlenmiş haliyle anlatılmaya başlanıyor. Ve o 95 dakikanın tamamı, başlangıçta ağzından dökülen o kutsal cümlenin bir tekrarı gibi dönüyor.
Geçtiğimiz Haziran ayında Donatella Versace Givenchy’nin Sonbahar/Kış 2015 kampanyasında yer aldığında herkes –daha doğrusu moda ahalisi- küçük bir şok geçirmişti. Bir başka moda evinin tasarımcısı, diğer moda evinin reklam kampanyasındaydı. Bu mini sansasyonun ardından Versace, her zaman kuralları kırmaktan yana olduğunu hatırlattı. Eski sistemden kurtulmak istediğini, diğer tasarımcılarla birlikte çalışmak ve modayı gerçek anlamda global bir topluluk haline getirmek istediğini söyledi. Tasarımcının görüntüsünden sonra ikinci şok dalgasına sebep olan bu sözleri, aslında uzun zamandır moda dünyasının organik bir şekilde içine girdiği dönemi özetliyordu ve bu o dönemin ciddi anlamda ilk görsel algısıydı. Kült ve efsane tasarımcıların yok oluşunun, “it parçayı” yaratmak için artık kimsede hal mecal kalmadığının bir özeti gibiydi. Artık mesele insanların kendilerinden ve moda evlerinden çok daha büyüktü. Yüz yüze geldiğimiz şey, daha sosyal ve daha kitlesel bir yenilenme sürecinin işaretiydi. Olayları bu noktaya getiren başrol oyuncusu da uygun fiyata lüks alışveriş deneyenimi yaşatan Zara ve trend yuvası H&M’in önderliğindeki hızlı modanın ta kendisiydi.

TASARIM NE İÇİN?
İtalyan tasarım stratejisti, sürdürülebilir tasarımlar konusunda uzman Enzio Manzini, kitabı Design When Everyone Designs’da gelecek dönemi “sosyal yenilik için tasarım” olarak adlandırıyor. Önce, geleneksel olarak teknolojiye dayanan çözüm üreten tasarımın geldiğini belirtiyor ve bunun rasyonel ve doğrusal bir akıl yürütme ve çözümleme olduğunu anlatıyor. İkincisi ise manalı-tasarım ya da başka bir deyişle anlam aradığımız tasarımlar. Gelecekte, Manzini’ye göre bu iki yaklaşım arasında daha fazla işbirliği meydana gelecek. “Çözümcülük” ve “değer sistemi” buluşacak. Ve yeni ve radikal bir sosyal yenilik ortaya çıkacak. Ya da daha basit bir şekilde dile getirmek gerekirse, çözümler sosyal işbirlikleri ve ortaklaşa fikirlerden çıkacak. Yani lüks kavramının bir kere daha değişmesine hazır olun.
Moda dünyasına yeniden odaklanalım: İşbirliklerinin aslında yeni bir haber olmadığını söyleyebilirsiniz. Ama işbirlikleri aslında henüz, tasarımda “büyük ego bireyselliği” meselesini kırabilmiş değil.
Elbette uzun süredir tasarımcılar ve hazır giyimciler arasında ya da tasarımcılar ve markalar arasında ürün işbirlikleri oluyor. Ama hala gördüklerimiz, bireysellikle ilgili Iris Apfel’in aynadaki görüntüsüne benzer bir görüntüyü tam olarak yansıtamıyor. Yani özgürlükle ilgili  herhangi bir kavrama hala daha ulaşamıyoruz. Çünkü geleneksel olarak tasarımın özünde “standartlaştırma” yatıyor. Son dönemin rahat ve cool modları olan norm-core ve spor giyim trendinde bile aynılaşmadan kaçamıyoruz. Mesela bu yazıya okuyan herkesin beyaz bir spor ayakkabısı olduğuna bahse girmeye var mısınız?
Peki bireyselliğin getireceği özgürlüğü markalar nasıl benimseyecekler? Bir satın alma ve sahip olma zincirinin parçası olarak değil de, kendilerini insanların günlük hayatlarında görebildikleri gün, her şey değişebilir –ya da başka bir deyişle herkes Iris olabilir- Bir süredir devam eden spor çılgınlığı ve detoksun büyüsüyle hepimiz, daha sağlıklı ve daha akıllı bireyler olmak istiyoruz. Moda alanında da daha akıllıca hareket etmemize az kalmış olabilir mi? Bireysellik hayati anlamda, daha iyi bir birey olmak için insanlığın aradığı cevap mı? Aslında tek istediğimiz şey daha az endişeli ve daha özgür olmak değil mi? Ama sakın endişelenmeyin, moda bizi her zaman olduğu gibi bir kere daha kurtarmak üzere yanı başımızda.

*L'OFFICIEL Mart 2016 


9 Aralık 2015 Çarşamba

SELAM DÜNYALI BEN DOSTUM


(ALL dergi, Nazlı Alaca moda editörlüğünde Mars*Bir Aşk Hikayesi* çekiminden)

Bu defa, Onur Baştürk ve Mert Vidinli’den biraz rol çalmış gibi olacağım ama, DB Berdan defilesi öncesinden birkaç izlenim paylaşmak istiyorum. Estetik algısı yüksek ve işleri iletişim olan onca sektör insanının tuhaf tavırlarına, hala daha şaşırıyorum.

DB Berdan defilesi için Bomonti Hilton’dayız. Tam olarak nereye gideceğimi bilmiyorum. Otelin lobisinde bir grup topuklu ayakkabı sesi yankılanıyor, kendi sürümü bulmuş bir koyun gibi onlara doğru ilerliyorum. Hep birlikte asansöre biniyoruz. Ben merhaba diyorum, gözünde güneş gözlüğü olan birkaçından ses yok, çok sevgili Mehtap Elaidi ve Sahra Katoğlu’yla selamlaşıyoruz. “Maritsa” Meriç Küçük beliriyor, sanki içerideki gergin enerji binmesine engel oluyormuş gibi son anda asansöre atlıyor. Her zaman çok kibardır Meriç, “Nasılsınız?” diye soruyor, ben de “İyiyiz, siz?” diyerek, aramızdaki bu aşırı kibarlığa gerek olmadığını vurgulamaya çalışıyorum ama benden başka kimse buna gülmüyor. 

Defile alanına girdiğimizde bir takım kameralar var. Bir muhabir, yine güneş gözlüklü bir adamla konuşuyor. Onu bir yerlerden çıkarıyorum ama emin değilim. Sonra birisi, “Hakan Bey fotoğraf çekilebilir miyiz?” diye soruyor. Televizyondaki “O Tarz Benim, Şu Tarz Senin” ya da adı her neyse, yarışma jüri üyelerinden biri olduğunu anlıyorum. Sonra yanımdan Demet Akalın geçiyor (onun kim olduğunu çok iyi biliyorum tabii ki), Gül Gölge Saygı yine her zaman olduğu gibi müthiş havalı görünüyor. Keşke ofisteki yedek topuklu ayakkabımı giyseydim diye düşünüyorum. Kendimi biraz kısa ve O Ses Türkiye’deki Gökhan Özoğuz gibi hissetmeye başlıyorum. 
Podyum alanında, o avuç kadar moda ahalisi yine sevgi saçıyor etrafa. Ve bir klasik, herkes birbirini tanıyor ama tanımıyormuş gibi davranıyor. İşin komiği, az önce söylediğime katılacağına emin olduklarım da, aynı vaziyette. Neyse ki ön sıra sorunu yok, yeterince yer var. Sanırsınız, New Yok Fashion Week. Fakat benim en sevdiklerimse “önce o bana selam versin” grubu. Göz süzmeler, uzaktan bakmalar, karşıdan selam verilirse hemen bir gülümsemeyle geri dönüş yapmak için suratlara yapıştırılmış gülümseler ve hazırda bekleyen “Ah! Tanıyamadım! Saçına ne yaptın?” gibi cümleler.  Peki ya dedikodu? Yan masadan duyduklarım, dergi ve sıfat değiştiren editörlerin, eski iş ve dergi arkadaşlarına selam vermedikleri minvalinde. Bu bana biraz tuhaf geliyor çünkü ben bu aralar, hem dergi hem de sıfat değişikliğine gitmiş bir moda insanı olarak, yeni işimi tebrik edenlerden çok tebrik etmemeye çalışanların ve “daha dün duyanların” tavırlarına anlam vermeye çalışıyorum.   

Ana okulundaki diyalogları aratmayan “sansasyonel” camianın büyüsünden kendimi sıyırıp defileye dalıyorum. DB Berdan yine uzun zamandır olduğu gibi; çokça deli ve sıra dışı. Onun buraya değil, Londra Moda Haftası’na ait olduğunu daha önce de başka yerlerde yazmıştım. Sektöre girdiğinde çoğumuz tarafından -gizli de olsa- eleştirildi. Biraz fazla çılgın bulundu yaptıkları, diyelim. Ama bu anne-kız ikilinin tasarım anlayışları, otantiklikleri, vizyonları ve istikrarları, benim diyen kimi Türk modacılarda eksik olan şeyler aslında. Hayat tarzları ve yaklaşımları sizinkine uymayabilir ama ortada yıllardır yürüyen ve satan bir marka varsa, orada başarıyı görmek gerekir. Ötekileştirilmeye bir hayli açık olan DB Berdan markası, kimi zaman ötekileştirerek enerji toplayan moda sektörünü bir araya getirdi o gün. Benim aklımaysa şu cümle geldi, “Selam Dünyalı biz dostuz!” Sonuçta sevgili moda ahalisi, aynı uzayda yaşıyoruz. Ve bu uzayda birkaç gezegen var. Hepsi birbirinin aynı ve hepsinde hayat var. Bu zamana kadar ötekileştirmek ya da -mış gibi yapmak bizi nereye götürdü?

Grazia 2015

27 Kasım 2015 Cuma

SAKİN OL VE O BALMAIN’İ SAKİNCE YERE BIRAK


Anlaşılan o ki lüksün ne olduğuyla ilgili kafamız oldukça karışık. H&M’in 10 yıldır başarılı bir şekilde sürdürdüğü işbirliklerinin sonuncusu, görülmemiş bir kaosu ve birkaç soru işaretini beraberinde getirdi. 

Geçen Perşembe H&M Balmain koleksiyonunun ön satışında kitlesel bir histeri yaşandı. Herkes çılgınca bu meşhur işbirliğinin bir parçasına sahip olmak istiyordu. Fakat ortaya çıkan görüntü maalesef ne #Balmanation’ı andırıyordu ne de cooldu. İnsanları bu delice tüketime iten nedenleri tartışabiliriz ya da H&M işbirliklerinin artık şekil değiştirmesi gerektiğini de. Markanın kalite algısını anında yükselten bu işbirlikleri, lüks kavramının yeni halini de sorguluyor. Lüks sektörü hep orada olacak elbette ama belki de şekil ya da satış stratejisi değiştirerek yenilenecek. Çünkü yeni rakipleri artık hem birbirleri, hem de hızlı modaya hizmet eden Zara, H&M ve Mango gibi diğerleri. Bu markalar artık lüks markaların sahip oldukları prestiji koklayabiliyorlar, onlar da ünlü isimleri kampanya yüzleri yapıyor, meşhur yönetmenlerle reklam filmleri çekebiliyorlar. 

H&M, bu zamana kadar daha çok giyilebilir parçalarla oluşturdu tasarımcı işbirliklerini. Fakat bu defa sırada taşlı, işlemeli, abartılı ve kimileri için ‘avam’ olan parçalarıyla meşhur Balmain vardı sırada. H&M’in bu zamana kadarki seçimlerinden Balmain’e en yakın örnek olan Versace işbirliğinin ürünleri, söylenene göre, dünya çapında tüm mağazalarda 30 dakika içinde tükenmişti. Ancak o zaman yıl 2011’di ve dört içinde moda çok değişti. 
Balmain’i kıyafetlerinin kalitesiyle değil, daha çok bilinç altımıza ustaca yerleştirdiği ünlü isimlerle birlikte anıyoruz. Kanye West, Kim Kardashian ve ailenin diğer üyelerinin Balmain’e ne kadar aşık olduğunu ve bu isimlerin kitleleri öyle ya da böyle nasıl etkilediklerini biliyoruz. H&M’in Balmain’i seçmiş olmasında, modanın geldiği dijital ve sosyal noktanın en iyi temsilcileri olan bu isimlerin, büyük rol oynamış olabileceğini söylemek doğru olabilir. 
Unutulmayacak bir “hızlı-moda anısı” olarak hafızlarımıza yer edecek olan H&M Balmain alışveriş partisi, “like”ların ve tüketimin doğru orantılı gittiğini kanıtlıyor. H&M hızlı moda dünyasındaki krallığını, dijital dünyanın gücüyle birleştirip, rakiplerini kıskandıracak tarihi bir birlikteliğe imza atıyor şimdi. Satılan kıyafetlerin dikişleri, kumaş kaliteleri tartışılır elbet. Ama marka bir kere daha ne kadar vizyon sahibi olduğunu ve içinde bulunduğu döneme ne kadar müthiş bir hızlı evrilebildiğini bir kere daha gösterdi. Kısa bir süre sonra gerçek lüks neredeyse tamamen deneyime dayalı olacak. Bu hamle, “imaj her şeydir mottosunun” en hard-core hali dijital dünyada etkisini yitirmeden hemen önce, bir hızlı moda markasının yapabileceği en akıllıca şeydi. 

Ve son olarak, dün geceki Contemporary İstanbul açılış partisiyle birlikte, H&M Balmain’in alışveriş çılgınlığını bir kere daha hatırlayalım şimdi. İnsanların galeriler arası gezmek için birbirini ezdiği o gecede, bu defa high-fashion bir markanın kıyafetlerini almak için değil, son yılların modası “sanat” parçalarını Instagram’da paylaşmak için yarışılıyordu. Tüketimin geldiği noktayla ilgili çok şey anlatan bu iki durumla sizi baş başa bırakarak, aradan çekiliyorum. 

25 Kasım 2015 Çarşamba

ZAMANIN RUHU: MICHAEL KORS



“Moda hiç olmadığı kadar demokratik şimdi ve bence bu kesinlikle harika çünkü herkesin ayakları yere basıyor!” Ulaşılabilir modanın efendisi Michael Kors, tüm samimiyeti ve yüksek enerjisiyle, mutlu ve güçlü kadın olmanın inceliklerini anlattı. 

Michael Kors’la röportaj yapmanızı isteseler ne yaparsınız? Sizi bilmem ama ben sakin olmaya çalıştım ve heyecanımın onunla ilgili merakmın önüne geçmesine izin vermedim, uzun mu uzun bir soru listesi çıkardım. Dünya modasının en cool ve giyilebilir siluetlerinin yaratıcısı, enerjisi adeta kelimelerinden fışkıran bu acayip adam, en tuhaf sorularıma bile sıkılmadan cevap verdi. Okuyuculara ve yüksek moda camiasına olan saygımdan, birkaçını çıkardım, bir çoğunu tuttum. İddia ediyorum, Michael Kors’un Grazia röportajı, kendisiyle yapılmış röportajlar arasında bu zamana kadar yapılmış en kapsamlısı olabilir! Stil sahibi olmak için kaç parça gerekir? Lüks onun için ne demektir? Rahatlamak için ne yapar, hangi iki şeyi bilerek unutur? En kötü yanını söyleyebilecek kadar açık olabilir mi peki? Bir dahaki Scream Queens izleyişinizde, dünyanın öbür ucunda Michael Kors’un da izliyor olduğunu bilmek bile, onun ulaşılabilir olması ile ilgili çok şey anlatıyor bence. Stil düşkünü kadınların sevgilisi Kors, merak ettiklerinizi, merak etme ihtimaliniz olanları ve bir takım ciddi moda sorularını cevapladı. 

Her zaman kadınlara çok yakın duran bir tasarımcı oldunuz ve büyük ihtimalle o yüzden size bayılıyorlar. Bu size nasıl hissettiriyor? 
Bir tasarımcı olarak işimin kadınları iyi hissettirmek olduğunu düşünüyorum. Her zaman söylerim, tasarımcının en önemli özelliği empati kurabilmesi olmalı. Ve yolda ya da kırmızı halıda ne zaman üzerinde Michael Kors’uyla kendini iyi hissettiği her halinden belli olan bir kadın görsem, işte o an en büyük ödül benim oluyor. Bu işimi yaptığımı gösteren en iyi şey. Çünkü günün sonunda moda aslında sizi mutlu eden bir şey olmalı. 

Erken gençliğinizde oyunculuk dersleri aldığınızı biliyorum. Oyunculuk ve sinema aşkınız tasarımlarınızı nasıl etkiledi? 
Village’da bir süre oyunculuk eğitimi aldım ama sonra ne dans edebildiğimi ne de şarkı söyleyebildiğimi fark ettim. Yani bu benim için doğru bir kariyer yolu değildi. Üstüne üstlük oyunculuk okuluyla ilgili sevdiğim şeyin aslında Manhattan’da olmak olduğunu fark ettim! Sınıftan çıktığım an tek istediğim şey alışveriş yapmaktı. Broadway aşkım ve şov dünyası beni hiç ter etmedi. Harika bir film sizi anında başka bir dünyaya taşıyabilir ve bu kesinlikle müthiş ilham verici. Karakterin saçını toplama şeklinden renklere ve siluetlere kadar tüm detaylar bir koleksiyona ilham verebiliyor. 

Ulaşılabilir lüksle ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizce ulaşılabilir kelimesi lüks ile bir araya gelebilecek bir sözcük mü?
Moda hiç olmadığı kadar demokratik şimdi ve bence bu kesinlikle harika çünkü herkesin ayakları yere basıyor! Küçük bir grup olan moda ahalisi şimdi global bir birlik gibi! Ulaşılabilir ve lüks kelimeleri tüm dünyada insanlar için farklı şeyler ifade ediyor bence. Kimileri için lüks bir tasarımcı parfümü ve bir markayla tanışmalarının ilk adımı. Kimileri içinse defileden sıcağı sıcağına gardıroplarına giren bir koleksiyon parçası. Ama şu kesin ki lüks, herkes için özel bir şey. 

Bugünün hızlı modasında, moda ve stille nasıl ayak uydurmalı?
Ben asla trendler tasarlayan bir tasarımcı olmadım ve müşterilerime her zaman şunu söyledim, eğer bir trend üzerinizde iyi durmuyor ya da hayat tarzınıza uymuyorsa bırakın gitsin! Bence kadınlar özgüvenleri yerinde olduğunda en iyi görünüyorlar ve bu sadece üzerlerindeki giysinin içinde rahat olduklarında olabiliyor. 

Tasarım sürecinde nasıl çalışıyorsunuz? Mesela ofise kapanıyor musunuz merak ediyorum? İşin içinde ne kadar eğlence var? 
Kendini bir odaya kapatıp bir ay boyunca delice tasarım yapan tasarımcılardan asla olmayacağım. Moda zamanın ruhuyla doğrudan ilişkili ve bence bir tasarımcı etrafındaki dünyayla sürekli olarak ilişki içinde olmalı. Bu her yaratıcı insan için geçerli. Ben önce kıyafetlerimi giyen kadınları düşünüyorum. Şu an hayatında neler oluyor? Neler görüyor, neler izliyor ve nerelere seyahat ediyor? Sonra asıl önemli olan, onun neye ihtiyacı olduğunu ondan önce kavrayabilmek. Ve bunun için ben de seyahat ediyorum, her şeyi izliyorum, her şeyi okuyorum ve bu bir süre sonra bir oyuna dönüşüyor. Yaratım sürecim asla sıkıcı değil ve evet, işin içinde her zaman eğlence var. 

Defileleriniz de her zaman çok neşeli ve iyi hissettiriyor. Modellerin yüzü gülüyor. Onlara defile öncesinde ne söylüyorsunuz? 
Modellerin her zaman diğerlerine göre daha doğal, daha romantik ve daha özgür görünmelerini seviyorum. Ve bence rahat ve özgüveni hissettiklerinde eğleniyorlar ve işte o zaman kıyafetler harika görünüyor. Onların kendi kişiliklerini katmalarını istiyorum. Her zaman küçük notlar yazarım defile öncesinde hazırlandıkları alana, “Büyüleyicisin! Rahat ve cool ol! Kendini süper hisset! Çok şık olduğunun farkında ol! Güçlü ol! Güzelliğin efsanevi! Harika bir şova imza at!”

Yeni jenerasyon modelleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Mesela Kendall Jenner ve Gigi Hadid sizce günümüz modasını ne anlamda temsil ediyor? 
İkisiyle de çalıştım ve bence harikalar. Onların varlığı, röportajın başında da söylediğim gibi modanın daha demokratik olduğunun bir kanıtı. Ve içinde yaşadığımız sosyal medya dünyasında insanlar, Instagram’dan, Snapchat’ten ya da televizyondan tanıdıkları yüzleri kıyafetlerimizin içinde görmek istiyorlar. 

Glamour ve jet-set markanızın temelini oluşturuyor. Onları değişen moda dönemlerine nasıl uyguluyorsunuz? Mesela şimdi her şey biraz daha sokak, biraz daha rahat ve cinsiyet bükücü. 
Markanın DNA’sına her zaman sadık kalmaya özen gösteriyoruz. Biz hareket halindeki kadınlar için “glam sportswear” tasarlıyoruz. Bence ne olursa olsun, kadınlar her zaman işe yarayan ama aynı zamanda harika duran kıyafetleri tercih ediyor. Ve eğer vizyonunuza sadık kalırsanız ve dünyayla bağınızı koparmazsanız, her şey doğal bir şekilde yerine oturuyor. 

Kendinize karşı dürüst müsünüzdür? En iyi taraflarınızı ve kötü olduğunuz yanlarınızla yüzleşebiliyor musunuz? Sizi siz yapan şeyleri merak ediyorum. 
Şöyle söyleyeyim: Ben bir Aslan burcuyum. Sadığım. Aynı zamanda çok meraklı, empati kurabilen, hoş görülü ve pragmatik bir insanım ki bu bir çok kişiyi şaşırtabilir! Ve kesinlikle bir yerde uzun süre kalamam, benim kesinlikle sürekli hareket etmem lazım! 

30 yılı aşkın süredir sektörde var olan biri olarak söyler misiniz, moda şu an nasıl hissettiriyor? 
Moda endüstrisi sürekli değişiyor ve evriliyor. Onu heyecan verici kılan da bu. Internet ve sosyal medya insanların modaya olan bakış açısını çok değiştirdi. Moda hiç olmadığı kadar hızlı ama dünyadaki diğer her şey de öyle. Şimdi yüzlerce binlerce takipçimiz defilelerimizi online olarak izleyebiliyor. Bu harika bir şey! 

Yakın zamanda yaptığı röportajların birinde Scandal dizisinin yıldızı Kerry Washington, diğer tasarımcılar onu henüz giydirmiyorken sizin ona çok uzun bir süre destek olduğunuzu söylemişti. Oyuncularla her zaman çok yakın bir ilişkiniz olduğunu biliyoruz. Bu ilişki sizi nasıl etkiliyor? 
Oyuncularla ilgili en sevdiğim şey onların ruhları. Bu kadınların her biri çok tutkulu. Dünyaya kim olduklarını ve kim olmak istediklerini göstermekten korkmuyorlar. Ve bense onların neye ihtiyaçları olduğunu, ne istediklerini duymaktan acayip keyif alıyorum. Onlar çoğu müşterimden daha hızlı hareket ediyorlar ve çoğu zaman da onlar bana çok şey öğretiyorlar. 

Peki hangi dizileri izliyorsunuz? Hangi oyuncular var radarınızda? Sizi eğlence dünyasında neler heyecanlandırıyor? 
Son favorim Scream Queens. House of Cards, American Horror Story, Homeland, Scandal ve Theater Talk’a bayılıyorum! Kate Hudson, Angelina Jolie, Jennifer Lawrence, Emily Blunt, Benedict Cumberbatch, Neil Patrick Harris ve Ryan Gosling’in büyük fanı olduğumu söyleyebilirim. Ve mutlaka haftada bir ya da iki defa Broadway’de oyun izlemeye giderim.     

Studio 54 dönemini deneyimleyen biri olarak günümüz eğlence dünyasını nasıl görüyorsunuz? 
Ben bir popüler kültürü delisiyim! Her zaman merak içindeyim, dolayısıyla izlemeyi, okumayı çok seviyorum. Ve tabii şimdi DVR, Hulu, Netflix sayesinde mutlaka izleyecek yeni bir şeyler oluyor. Hafta içi genelde dışarıda yemek yiyoruz, evde yemek pişirmiyoruz. Herkesin bahsettiği o yerlere gitmeyi seviyoruz ve sonra müdavimi olduğumuz mekanlar oluyor ve sürekli aynı yerlere gitmeye başlıyoruz. Büyük bir şehirde yaşadığınızda sıkılmanızın imkanı yok!   

Gerçek stili arayan kadınlara tavsiyeniz ne olurdu? 
Sezonlarca giyeceğinizden emin olduğunuz parçalara yatırım yapın. Harika bir kaban, kaşmir bir kazak, sizi iki beden ince gösteren bir jean ve lüks bir çanta. Annem bir defa şöyle demişti, “her şeyi sade ve rahat tut. İstikrarlı ol.” Bence bu söyledikleri hala geçerli. Ayrıca her şey üzerinize mükemmel oturmalı. 

Ruhunuzu nasıl besliyor, nasıl dinleniyorsunuz? Ruhsal çalışmalar size nasıl geliyor? Mesela yoga ve meditasyon desem...
Benim için hiçbir şey kumsalda, elimde onlarca dergi, iPod ve son çıkan bir biyografi kadar rahatlatıcı olamaz. Ayağım kumun altında, ve önümde engin mavilikler... Bunlar beni her zaman mutlu etmeye yetiyor. Ajandasız ve telefonsuz...

Grazia 25 Kasım-1 Aralık 2015

11 Kasım 2015 Çarşamba

SUPERMAN OLMAK LAZIM BAZEN


Çok fazla fotoğrafçı, çok fazla sylist ve çok fazla blogger var. Ve o kadar çok ana akım, bağımsız, alternatif ve online yayın var ki, nicelik bir kenara, hepsi kabul görüyor. Moda sektöründe çalışmak yetmez, peki fark yaratmak için ne gerekiyor?

Bundan 10 yıl kadar önce çalıştığım bir dergide, stajyere ilk görevini veriyoruz. Elliden fazla ürün çekilecek, o da fotoğraflanacak giysilerin iyi göründüğünden emin olacak. Aradan birkaç gün geçiyor, stajyer telefona çıkmıyor ve yayın yönetmenine mail geliyor, “Moda dergisinde çalışmanın böyle bir şey olduğunu düşünmemiştim. Bu şekilde çalışamam.” O sırada derginin moda editörü, asistanı benzer bir sebeple ayrıldığından, elinde giysi dolu torbalarla içeri giriyor. Bense Milliyet’in arşiv odasında ciltlenmiş gazete kupürleri arasında geçirdiğim saatleri hatırlatıyorum. O stajyer şimdi, takip edilen bloggerlardan biri. Kısmet deyip geçelim ve asıl soruya gelelim. Moda sektöründe çalışmak aslında nasıl bir şey?

Sektörde çalışmak, üç ayakkabı, bir çanta ve etiket merakından daha fazlası tahmin edersiniz. Eğer maddi olarak kendinizi geçindirmek gibi bir derdiniz varsa ve bunun için moda sektörünü seçtiyseniz, işiniz biraz zor. Farklı dengeler/dengesizlikler ve ego savaşları, küçücük bir pazarı daha da zor hale getiriyor çoğu zaman. Kaosun içinde mükemmelliği arayan bir grup insanın yürüttüğü, dev ve global bir makine gibi düşünün endüstriyi. Nefes alacak vakit yok. Tasarımcılar çiziyor, stylistler ürün seçiyor, editörler yazıyor. Eğer niyetiniz doldurup-boşaltmak yerine fark yaratmak, Avrupa standardına yaklaşmaksa, “kafayı kırmalısınız” belki de biraz. Bu sektörde çalışmak için bir hayli deli, fazlasıyla hayal gücü geniş ve işine aşık olmalısınız. Görünen gerçek, bir süre sonra her şeyin değişeceği. Hep aynı şarkıyı söylüyormuşum gibi duyulmak istemem, ama otantik ve hareketli olmamız gereken bir döneme çoktan girdik bile. 

Moda sektöründe çalışmak ama kalabalığın içinde kaybolmamak için, öncelikle gerçekten ilgilendiğiniz bir alanda staj yapın ve çok çalışmaya kendinizi hazırlayın! Yazmaya erken yaşta başlayın ve yaptığınız en ufak işi ciddiye alın. Sosyal medyanın önemini çok iyi kavrayın, kendinizi birkaç adım ilerisine görmek üzerine eğitin. Eşsiz bir özelliğiniz olduğunu, bir konuda diğerlerinden daha iyi olduğunuzu düşünüyorsanız, kendinizi göstermenin zamanı gelmiş olabilir. Yapacağınız şey her neyse, yeni ve taze olması gerektiğini unutmayın.  Ve hem sektöre yeni girecekler hem de yenilenmek isteyenler için birkaç dost tavsiyesi; Bir işi çok uzun zamandır yapıyor olmanız -özellikle moda gibi sürekli değişen bir meslekte- o konuda herkesten iyi olduğunuzu göstermez. “Büyüklüğünüzü” unutun! Şimdi en çok dinlenmesi gereken daha genç olanlar. Kazık bağlamayın; arkanızdan gelenlerin yolunu tıkamayın. Kimseyi küçümsemeyin. Yeni dünyanın verdiği “birlik” mesajını yanlış anlamayın; kümeleşmeyin. Klanınızda kendi küçük dünyanızı yaratıp, tüm evreni çözdüğünüzü sanmayın. Saygı gösterin, dinleyin ve esneyin. Eğer moda sektörüne olur da giriş yaparsanız, dünyayı kurtarmadığınızı her zaman hatırlayın. Kendi kendinizin Superman’i olsanız yeter.

Grazia 11-17 Kasım

TÜRKİYE'DE ERKEK GİBİ YAŞAMAK





Trabzonspor başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’nun "Gerekirse adam gibi ölürüz, kadın gibi yaşamayız," açıklamasını aslında çok yakından tanıyoruz. Peki bu kalıp Türkiye’de kadın olmanın mı, erkek olmanın mı altını çiziyor? 

Geleneklerle biçimlendirilmiş, ataerkil bir toplumda yaşayan bir erkek olduğunuzu hayal edin. Büyürken üstün olduğunuz söyleniyor, homofobik yetiştiriliyor, maço olmaya zorlanıyorsunuz. Duygularınız ve kim olduğunuz başkalarının elinde, yakışıklı toplum maskeniz değişiyor. Ana kuzusu da olabilirsiniz, aslan gibi de, maganda da, taş fırın erkeği de, delikanlı da, kılıbık da... Erkekliğini ispatlamalısın, milli olmalısın. Detaylarda boğulmalısın. Sapık damgası yememek için bir bara yalnız girmemeli, klozet kapağını indirmelisin. Her şey alnında yazılıdır aslında. Büyüdüğünde çalışmayan/işsiz karına, çocuğuna, annene-babana sigorta, sevgiline sponsor olmaya hazır olmalısın. Canın sıkılırsa içebilirsin, yıkabilirsin, dövebilirsin, aşağılayabilirsin, dağıtabilirsin ama asla bir kadın gibi ağlamamalısın. 

Türkiye’de erkek olmak, kadın olmaya göre kolaydır. Ama Türkiye’de kadın da, erkek de olmak zordur. Kadınların namusunun, bekaretinin erkeklerin denetimi altında olması trajik bir tabudur. Kadınların toplumsal yaşamda aşağılanmaları ve ikincil plana itilmeleri, yaşamsal tüm yükün erkeklerin sırtında olmasına sebep olur. Bunca güce rağmen, kadınlar olmadığında çoğunlukla acizdirler. Ne yemek pişirmeyi bilirler, ne çocukların altını değiştirmeyi. Askere gitmek ve aile geçimini sağlamak kurtulamadıkları yükümlülükleridir. Tüm bunların altında ezildikçe ezilirler. Ezildikçe saldırganlaşırlar. Bazen ev işlerine yardım etmek dokunur, bazen de sürekli yemeği ısmarlıyor olmak. Siniri kadından çıkarmak serbesttir.  

Türkiye’de erkekler, en az kadınlar kadar ataerkilliğin olumsuz sonuçlarından etkilenmektedirler. Ataerkilliğin kaçınılmaz sonucunda, erkekliklerini kendilerine ve diğerlerine sürekli olarak kanıtlamak zorundadırlar. Amcalara gösterilen pipilerin travmaları ceplerinde, erkek arkadaşlarıyla fazla samimi olmazlar, eşcinsel olarak etiketlenmekten korkarlar. Kız olmaktan kötü, eşcinsel olmaktan hallicedir erkek olmak. Bilinçaltlarındaki maço enselerindedir. Ve bunca baskı ve beklenti altında haliyle, “ibnelik yapmak, erkek gibi yemek, adam gibi olmak, kadın gibi kırıtmak veya kadın gibi yaşamamak gibi” saçma deklarasyonlarda bulunurlar, hem de hiç düşünmeden. Düşünmezler çünkü bu seksist tavır onların DNA’sına işlemiştir neredeyse. Ülkenin en entelektüel adamları bile, işte bu yüzden sevgililerini, eşlerini aşağılar, döver, aldatır, maç izlerken rahatsız ettiği için tuvalete kilitler. Bu erkekler her yerdedir. Mesela bir yayın evi sahibi, kızdığı erkek arkadaşına tokat atamayacağı için, o erkeğin kadın ortağına tokat atar. Delikanlı bir imaj çizen Twitter fenomeni erkek, karısını ve çocuğunu unutup, daha genç kadınlarla birlikte olur. Yazar olan başka biri, inançlarını bir yana koyar, ilhamını yuvasından değil, başka genç kadınlardan alır. Popo, meme ve kadınlık organı gibi kelimeleri, kalem, silgi, kağıt gibi sıradan kelimeleri kullanırcasına harcarlar. Şakayla karışık bir, “Sus ulan!” vardır ağızlarına yapışmış. Kadın benzer bir tavırla yaklaştığında, “arkadaşlarımın önünde benimle böyle konuşamazsın!” temalı kalıplarda acımadan boğarlar. Ve kadınlar için büyük önem sarf eden konular, kadınlar tarafından değil de, erkekler tarafından tartışılır, kararı sizin için onlar verir. Kadın ne giymelidir, evde mi oturmalı yoksa çalışmalı mıdır, hamile kalınca sokağa çıkabilir mi gibi. 
Bu normalleştirilmiş çifte standart dünyasında öyle bir gerçek vardır ki yalnız, Sayın Hacıosmanoğlu’nun tepkisi de dahil, tüm bu önemsiz meseleleri unutturur insana. Erkekler kadınları çok severler! Ölesiye, öldüresiye.

Grazia 11-17 Kasım 2015

28 Ekim 2015 Çarşamba

STATÜ MESELESİ



Giyinmenin öylesine bir eylem olmadığı konusunda hala hem fikir olamadıysak, dikkatinizi iki parçaya çekmek isterim. Rahat ayakkabılar ve külotlu çoraplar, sandığınızdan çok fazlasını anlatıyor olabilir. 

Stilin, moda aşkının ve giyinmeyi sevmenin dışında, statü sembolüdür kıyafetler. Ama şimdi giysilerin kişinin önüne geçmesi değil, mütevazı görünmek moda. High-fashion ve low-fashion’ı birbirine yedirmek “in”. Etiket haysiyeti “out”. Artık herkes, gerçek olanın ve hikaye yaratanların peşinde. Tüm bunların farkında olsanız da, iki sıradan görünebilecek seçim, statü hevesinizle ilgili satır arasında çok şey anlatıyor. 
Phoebe Philo’nun başını çektiği rahatlık sendromu, terlikler ve spor ayakkabılarla birlikte girdi dünyamıza. Moda ahalisinin yüzüne bakmadığı Birkenstock’lar bir anda moda oldu mesela. Alt kültür ikonu Vans ayakkabıların her yıl artan popülaritesini hayretle izliyorum. Beyaz spor ayakkabıyı bir ara sadece hipster’lar giyerdi, hatırlar mısınız? Şimdi Adidas Stan Smith ve beyaz Reebok, Nike’yi bile solladı. Stil sahibi olmak, acayip moda. Kendi elimizle kayıt altına aldığımız hayatlarımızdaki en önemli şey, görsel anlamda tatmin edici olmak. Sosyal medya sayesinde herkes, 15 saniye ve katlarında, bir nevi ünlü olmanın tadına varıyor. Buna ek olarak, moda sektöründe çalışmak da, ünlü olmakla ilişkilendiriliyor. Fakat her zaman, beklenen standartlarda iyi görünmek çok zor, çünkü hayat pahalı. Özellikle de ayakkabılar! Sokak modası fotoğraflarında gördüğünüz tipler gibi görünmek, tepeden başlayıp aşağı inene kadar çok kolay. Sıra ayakkabılara gelince, eğer ayağınızdaki bir “statement shoe” değilse, stil gurularınca ciddiye alınmayabilirsiniz. Çünkü ayakkabı bir görünümü yükseltmek için tek başına yetebilir, ama tüm emeğinizi çöpe de atabilir! Ve tam o noktada spor ayakkabılar yetişiyor imdada. Yaratılan yeni görsel algıyla, yani spor trendiyle, sadece bir spor ayakkabıyla cool moda insanına dönüşmek çok kolay! 
Yüksek moda klanına kabul edilmek için ikinci görsel oyunsa külotlu çorap giymemek. Kışın çorapsız olduğunuzda, bloklarca yürürken çok üşümüş ya da toplu taşımayı kullanmış bile olsanız, az önce Uber’den inmişsiniz hissini tek hamlede verebiliyorsunuz. Sosyal statünün yanında, fiziki olarak da sınıf atlıyorsunuz: Bacaklarınızı gizlemediğinize göre, mutlaka pilates ya da yoga yapıyor ve taze orman meyveli yulaf ya da avokadoyla güne başlıyorsunuz.  
Aynayı globalden kendimize doğru döndürecek olursak, estetik algının git gide yok olmaya yüz tuttuğu bir toplumda, insanların görsellikle ilgili bu kadar endişeleniyor olması insanın içine su serpiyor bir yandan. Herkesin yaşamak istediği kendine. Efsane kostüm tasarımcısı Edith Head’in bir lafı vardır, “Eğer doğru giyinirseniz, hayatta istediğiniz her şeye sahip olabilirsiniz.” Kıyafetler ve giyinmek anlamsız değildir. Aksine, kapı açmanın dışında, direkt ya da dolaylı olarak hep bir anlam gizlidir altında. Hangi kapıdan girmek istediğiniz ve ne mesaj vermek istediğinizse, tamamen sizin elinize. Ya da giysilerinizde mi demeli?

Grazia 28 Ekim-3 Kasım 2015