21 Ekim 2015 Çarşamba

UNUTMUYORUM, UTANIYORUM


İnsan işini yapmaktan, gülmekten, mutlu olmaktan ne zaman utanır? Yaşamanın bile fazla geldiği, haksızlığın en can acıttığı zamanlardan birinde, utancımı paylaşmak istiyorum. Çünkü galiba nasıl hissettiğinizi biliyorum. Bir çocukluk anısının ve Levent Kırca’nın yardımı dokunabilir. 

Dün dergiye uğradım. “Ben en iyisi yazmayayım köşe yazısını” dedim. Kimse aksine ısrar etmedi zaten, “OK” dediler. Mutlu olmaktan, ettikleri Pazar kahvaltısından utanmaktan bahsediyorlardı. Bir yandan iş maillerine bakıyorlar; sayfa onayı gelmiş, çekim yeri belli olmuş, röportaja ben gider miymişim...  Ülke gündemi merkezli sohbetlerine yön verense, bir Twitter fenomeninin kehanetleri; ne demiş, ne olacakmış, daha çok insan ölecek miymiş.... Sonra Yayın Direktörü Işık, ortam yumuşasın diye, oğlu Ali’den bahsetmeye başlıyor ama konu Ali’nin geleceğine ve oradan yine bugüne geliyor. Çıkışta metroya korkarak biniyorum. Daha iki gün önce bombalar patlamış, sayısını hala daha tam bilmediğimiz kadar ölü var. Biri 9 yaşında mesela, ben özellikle onu hatırlayacağım ve hiçbir zaman da unutmayacağım yüzünü. “Metroya bomba koyacak olsalar, Seyrantepe’ye koymazlar herhalde,” diye düşünüyorum. “Boş burası... Burada bomba patlasa ne olur ki?” Sonra düşündüklerimden, kendimden utanıyorum. Hala kafamda, köşe yazısını yazıp yazmama sorunsalı var. İş bu sonuçta. Profesyonel olmak lazım. Hayat devam ediyor falan... Hassasiyetimi, yapmadığım bir sayfayla mı göstereceğim? İçimden gelmiyor yazmak. Geliyor, sonra kursağımda kalıyor. Berbat bir utanç sarıyor. Ayıpmış gibi sanki işimi yapmak ya da iyi hissetmek ve bazen de kötü hissetmek. Mesela Demirtaş’ın konuşmasını izlerken, göz yaşlarımı tutamıyorum. Sonra yine utanıyorum! Hayır, sen kimsin ki ağlıyorsun diyorum. Sen mi öldün? Tanıdığın mıydı ölenler? Aklımdan geçen her şey yüzünden, yine kendimden utanıyorum. 

Eve gidiyorum, koltuğa oturur oturmaz elime telefonu alıyorum. İnsanlar Instagram paylaşımlarına başlamışlar. Ayıp mı? Ne bileyim! Çok kızgınım, onu biliyorum. Bu arada Levent Kırca ölmüş. Annemler ve arkadaşları izlerdi. Çok gülerlerdi, gülerken düşünürlerdi, sonra da üzerine çok ciddi konuşmalar yaparlardı. Ciddi olduğunu anlardım, çünkü babam normalde sigara içmezdi. Ülkede sorunlar vardı ama Cuma akşamı AKM’de buluşup, klasik müzik konserine gitmek için plan yapamayacak kadar da sorun yoktu. Ya da yokmuş gibi davranılabilecek kadardı sorunlar. İstedikleri yaşamak, iyi hissetmekti. O zaman AKM vardı. Yıl 1993. Annem ve babamın evlilik yıl dönümü. Onlar eve gelmeden masayı hazırladım, süsledim, salata yaptım, ikisine de kart yazdım. Bu bir sürprizdi. Eve geldiklerinde ne benle ne de masayla ilgilendiler, yemeklerini alıp televizyonun karşısına geçtiler. İnanamamıştım. Evlilik yıldönümlerinden daha önemli ne olabilirdi? Çok sevdikleri Kırmızı Koltuk’un tekrarı vardı televizyonda. Birkaç gün önce ölen Uğur Mumcu’nun son röportajını izliyorlardı. Canları sıkkındı. Evde kitapları vardı Mumcu’nun, sohbetlerinde hep adı geçerdi, onu sevdiklerini biliyordum. Arabası havaya uçmuştu, böyle ölmüştü. Evlilik yıl dönümünden önemliydi yani. Mutlu hissetmeyi bir kenara koymamız gereken zamanlar olduğu fikri, tam o zaman yerleşti bana. 

Twitter’a baktığınızda, eğer akışı sizi bir şizofren gibi hissettirmiyorsa, bu ülkede yaşamıyorsunuz demektir. Üstteki tweet’te Amy Schumer’ın Saturday Night Live skeçlerinden birinin olduğu linke tıklayıp kahkahalar atmak, hemen altındaki tweet’te Ankara Barosu’nun İçişleri Bakanı, Vali ve Emniyet Müdürü hakkında suç duyurusunda bulunduğunu görmek, insanın birkaç saniyede asabını bozabiliyor. Başka bir tweet’te, “Bu gece evinde, sokakta, parkta #tenceretava’nla #SesÇıkarHayatDursun” diye sesleniyor @eylemnerde. Aklıma bir Levent Kırca skeci geliyor. Oya Başar karısı rolünde, “Niye yakıp söndürüyorsun ışığı? Kafayı mı yedin?” Cevap veriyor yatmaya hazırlanan Kırca, “Yahu biz birkaç sene önce ışıkları yakıp söndürerek bir şeyler yapıyorduk. Bunu niye yapıyorduk, hatırlıyor musun?” “Ne biliyim ben! Belki Galatasaray tur atlamıştı onu kutluyorduk. Yok, yok elektrik zammını mı protesto ediyorduk?” Ve mini bir tirat geliyor Kırca’dan, “Her şeyi ne kadar çabuk unutuyoruz. Ya da o kadar çok şey oluyor ki, bir öncekileri unutmak zorunda kalıyoruz. Bu kadar çok unutursak sürekli karanlık olur.” 
Zamanla unutmak ilaçtır, bir lütuftur derler ama bazen de değil. Beraberinde cehaleti ve kaybolmayı getiren unutmaya, utanmayı tercih ediyorum. Sanki böylece, kendimi daha “insan” hissediyorum. 

Grazia 21-27 Ekim 2015



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder