29 Temmuz 2015 Çarşamba

İŞÇİ SINIFI FETİŞİ


les benjamins fw14


Evet, moda olacak hiçbir şey kalmadı ve sırada şimdi işçi sınıfı var. Peki sokak trendi olarak başlayan ve gitgide büyüyen akımın, halkların kardeşliğiyle ne ilgilisi var? 

Geçen hafta, alt kültürlerin modayı nasıl etkilediğinden ama artık tükendiğinden ve gözümüzü Hood By Air, Off White, Nasir Mazhar gibi, 21. yüzyılın sokak kültüründen beslenip kendi alt kültürünü yaratan markalara çevirmemiz gerektiğinden bahsetmiştim. Bu markaların kendi DNA’larını yaratırken dayandıkları en önemli alt kültürün işçi sınıfı olduğunun altını çizmiştim. Anti-kapitalist işçi sınıfı, bir trend olarak karşımıza çıktığında, yarı-şok edici etkiye sahip olabilir ve fazla ateşli olmayan bir tartışmaya sebep verebilir. Ama şunu da unutmayalım ki moda, halkı tüketime iten kapitalist düzenin en başarılı aletlerinden biri olarak, kimseyi dinleyecek ‘tatlılıkta’ olmadı bugüne kadar. 
Fakat özellikle son zamanlarda gitgide hercai bir ruh haline büründü. Bir trendi birkaç ayda tüketmeye başladı. Genellikle sokak modasından ödünç aldı bu trendleri, sonra “O zaten mikroydu...” dedi, terk etti, onu ‘artık sıkıcı’ olmakla suçladı, sonra nasıl desek; passé oldu ve tüm bunların ardından nur topu gibi bir anti-moda kavramı doğru. Eskiden küçük bir grup tarafından tutulan anti-moda, alanını genişletti ve normcore’u sevdirdi. Instagram akışımız, adeta tek akıma tapan bir Tumblr sayfası gibi, kapüşonlu, klasik spor ayakkabılı, düz tişörtlerlü, çorapla Birkenstock giymeli görsellerle ‘normal normal’ akar oldu. Normcore trendi yaklaşık 30 yıldır ortalıkta olan, yer altında yaşamını sürdüren, arada ana akıma bağlanan, ‘hiç terkedilmeyen’ çünkü zaten terk edilmişlik ruhunda olan işçi sınıfı kültüründen besleniyordu.  

İŞÇİSİN SEN, NE TRENDİ?
İşçi sınıfı kültüründen doğan moda anlayışı, 60’ların ve 70’lerin lüks ve varlık dayatan tavrına karşıydı. Sonra punk’ı doğurdu ve 80’lerde moda dünyası bu harekete sessiz kalamadı, trend oldu podyumlara taştı. 90’larda Brit-Pop sayesinde ana akımla yeniden karşılaştı. Şimdi, İngiltere’nin çalışan sınıfını, ekonomik zorluğundan doğan havasını, gerçek şehirli ruhunu, Gosha Rubchinsky, Hood By Air, Off White, Nasir Mazhar, Fear of God ve hatta Türkiye’den örnek verelim, saydığımız isimlerin izinden giden Les Benjamins gibi markalar ödünç alıyor. İngiliz ve Rus işçi sınıfının dokusunu, Amerikan siyahlarıyla ve Amerika’nın işçi sınıfı ve kültürüyle, Air Jordan’lar, eşofman takımlarla birleştirerek, taze ve güçlü, gittikçe büyüyen bir akım başlatıyorlar. Farklı kültürlerin günümüzde artık –her şeye rağmen- daha çok kabul görüyor olması bu markaların DNA’larını yaratmalarına yardımcı oluyor, tutunmalarını kolaylaştırıyor. Öte yandan düşününce, burnu havada moda ahalisinin düşük gelirli ve çoğu zaman alay ettiği görünümlerden ilham alması, son derece ironik. Yakın zamanda Afro-Amerikanların Louis Vuitton’ları ve Gucci’leri terk etmeleri, kendi sokak kültürlerini yansıtan parçalara yönelmeleri ve hatta kendi tasarımları olan giysileri giymeleri neyin göstergesi? Moda camiası da globalde yayılmaya çalışan ‘olduğu gibi kabullenme’ trenine mi atladı? İşçi sınıfını bir trend olarak algılamayı boş verin, yine aynı yere geliyoruz: Faşistliğe kaymadan kökleri sahiplenmek, otantikliği desteklemek, eşitliği sahiplenmek. Moda tüm bunları destekliyor mu yoksa? Yoksa yüksek moda, işçi sınıfına bel bağlayacak kadar kötü durumda mı? Bu soruların cevabı nereden baktığınıza göre değişir. Yani yine ve her zaman olduğu gibi, seçim sizin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder