15 Temmuz 2015 Çarşamba

BANA SAHİP OLABİLİRSİN, RUHUMA DA!




Marka-blogger ilişkilerini eleştirmek çoktandır demode. Moda, biz ölümlüler gibi küçük hesapların değil, en yeniyi yakalayıp, onunla bir olmanın peşinde. En yeni ise, büyük resmin içinde. 

Moda dünyası için alıcı kitlenin gardırobuna sahip olmak, ruhuna sahip olmakla eş değer. Son zamanlarda sosyal medyanın müthiş bir hızla ve devam eden bir şekilde evrim geçirmesini şaşkınlıkla izliyor sektör. Gelenekçi alt yapıların üstüne kurulu moda evleri, sosyal medya dünyasını anlamaya çalışırken, pazarlama anlamında sorgulanacak hamlelerde de bulundu. Neyse ki bir süre önce herkes, online satış markalarının çoktan keşfettikleri çözümde buluştu. Artık markalar ya da tasarımcılar, mağazalarına girip onlardan bir çift ayakkabı, bir elbise ve bir çanta almanızı değil, tüm ideolojilerini, dünyalarını satın almanızı ve sahiplenmenizi istiyorlar. Ve bunu uygulamaya geçirmekte geride kalanlar, her hafta neredeyse yeni bir markanın ortaya çıktığı kalabalık pazarın kaybedeni oluyorlar. Erken uyananlar, kendilerini yeniden yaratıp ikinci defa doğuyorlar. Dünya çapındaki müşteriler tarafından organik olarak yaratılıyor bu yeni gerçeklik. Artık insanlar daha çok hayatın içinde olmak, daha fazla eğlenmek istiyorlar çünkü. Ve bu ihtiyacı karşılamak için, hikaye yaratmanın artık en önemli şey olduğunu kavrayan markalar, büyük resmi çizmeye, alıcı kitlesi ile yeniden tanışmaya başlıyorlar. Örneğin, marka mirasının geçen dönemde bu kadar popüler olmasının nedeni aslında bu diyebiliriz. Louis Vuitton ve Hermès’yi dışarıda tutarsak; tarihlerini, geleneklerini ve zanaatlarını pek de iyi bilmediğimiz büyük moda evlerinden hikayelerini öğrenmediğimiz kaldı mı? 

SEN KİMİN ASKERİSİN?
Peki bu hikayeleri anlatmak için kullanılabilecek en iyi araç nedir? Tüm global markalara baktığımızda görüyoruz ki editoryal içerik, evrensel çözüm. Yeni nesil reklam aracı olarak, bir çok marka kendi dergisini yayınlıyor, zengin içerikli mailler gönderiyor. Ana amaç satışa yönlendirmek olsa da, bir yandan da marka bu şekilde alıcı kitlesini şekillendiriyor ve istediği hale getiriyor, daha doğrusu ‘nasıl olmanız gerektiğini’ okutuyor. En canlı örnekleri; online’da Net-A-Porter, Mr.Porter, Opening Ceremony ve kendilerini ikinci defa doğuran Saint Laurent, Kenzo, Moschino ve Gucci. Bu markaların yarattığı ordulardan, siz hangisinin askerlerisiniz? 

DEĞİŞİM KAPIDA DEĞİL, İÇERİDE
Markaların içerik yaratmaktaki yarışları onları adeta bir derginin ya da kreatif bir ajansın sahip olabileceği ekipler kurmalarına itiyor. İnternetin gücüne, kutunun dışından bakabilme özgürlüğüne erişebilmiş beyinler de eklenince, ortaya çıkan iş kimi zaman, ‘dünyayı yeniden keşfetmek’ kadar büyüleyici sonuçlara varabiliyor. Sektörün aklı şimdi, bir sonraki adımı değil, beş sonrasını ve onların paralellerini düşünmekte. Her anlamdaki yeni alameti farikamız olan ‘kopyalamak’tan kaçış yok ama bunu, üstüne ekleyerek yapmak zorunda. Nasıl artık dünyada olup biten her şeye üç boyutlu yaklaşmak  gerekiyorsa, moda sektöründe de başarı için gereken şey bu. Dergilere reklam vererek ya da bin ricayla içerik hazırlatarak tüketiciye ulaşma dönemi çoktan sonra erdi. Özgürlük, kalıpların dışına çıkmak, alışkanlıklardan kurtulmak, tüm evrenin kanına yeniden ve çoktan girdi bile. İnkârın ve eski kafalılığın değil, ilerici görüşün kazandıracağı dönemdeyiz. Elbette sadece modada değil, her anlamda.

Grazia 15-21 Temmuz 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder